Liyakat, bir toplumun ilerlemesi ve sürdürülebilir bir şekilde yönetilmesi için olmazsa olmaz bir prensiptir. “Layık olmak” anlamına gelen bu kavram, kişilerin yeteneklerine, bilgilerine ve deneyimlerine dayalı olarak görevlere getirilmesini ifade eder. Ancak, bir ülkenin yönetiminde liyakatin yerini particilik, hemşehrilik, ideolojik yakınlık veya benzeri çıkar ilişkileri aldığında, toplumsal yapı zedelenir ve yönetim sistemleri iflas eder.
Liyakatin Zehirlenmesi: Torpil Kültürünün Karanlık Yüzü
Bir toplumda önemli mevkiler liyakat yerine torpille doldurulduğunda, halk arasında “Benim neyim eksik?” sorusu kaçınılmaz hale gelir. Bu durum, bireyleri hak etmedikleri pozisyonlar için torpil arayışına iter ve kamu yönetiminde güveni yok eder. Sonuç olarak:
- Halkın Yöneticiye Güveni Azalır: Yöneticilere duyulan saygı, kişisel çıkarlardan öteye geçemez.
- Devlet Algısı Zedelenir: “Devletin malı deniz, yemeyen domuz” anlayışı yaygınlaşır ve devlet, halkın gözünde bir değer üretme mekanizmasından çok bir sömürü aracı olarak algılanır.
- Sistem Çöker: Liyakat dışı atamalar, karar alma süreçlerini baltalar ve toplumu geriye götüren bir döngüye yol açar.
Tarihten Liyakat Örnekleri: Kanuni Döneminin Muhteşem Kadrosu
Tarih, liyakat prensibine bağlı kalındığında toplumların nasıl yükseldiğine dair sayısız örnek sunar. Kanuni Sultan Süleyman dönemindeki yönetim, bu açıdan dikkat çekicidir. Sadrazam Sokullu Mehmet Paşa, Mimar Sinan, Kaptan-ı Derya Barbaros Hayreddin Paşa gibi isimler, liyakat prensibiyle devletin zirvesine taşınmışlardır. Bu kişiler farklı etnik kökenlere ve inançlara sahip olmalarına rağmen yetenekleriyle Osmanlı İmparatorluğu’nun altın çağını şekillendirmiştir.
Bu kadro, yalnızca tesadüflerin eseri değildir. Kanuni, bir lider olarak doğru kişileri seçmekte ve bu kişilere gerekli ortamı sağlamakta ustaydı. Bu da devlet yönetiminde liyakatin önemini bir kez daha vurgular.
Türkiye ve Liyakat: Acı Bir Kaybın Hikayesi
Türkiye, liyakat ilkesine yeterince bağlı kalmamanın bedelini ağır ödemiştir. Torpille görevlendirmeler, yetenekli bireylerin sistem dışına itilmesine neden olmuş ve ülkeyi önemli fırsatları kaçıran bir konuma sokmuştur. Eğitimli bireylerin yerine çıkarcıların ön plana çıkarıldığı bir sistem, yalnızca bireysel değil, toplumsal çöküşü de beraberinde getirir.
Eğitimin ve uzmanlığın yerini çıkar ilişkilerinin aldığı bir yönetim anlayışında:
- Adalet Duygusu Kaybolur: Hak edenin değil, bağlantıları olanın ödüllendirildiği bir sistemde toplumda adalet algısı zarar görür.
- Üretkenlik ve Yenilikçilik Azalır: Uzmanlık yerine vasatlık teşvik edildiğinde, toplumun ilerlemesi durur.
- Uzun Vadeli Kayıplar Yaşanır: Liyakat eksikliği, yalnızca bir kuşağın değil, gelecekteki kuşakların da zarar görmesine neden olur.
Sonuç: Liyakat ile Geleceğe
Bir toplumun yükselişi, yalnızca doğru insanları doğru yerlere getirebilmekle mümkündür. Liyakat ilkesine sadık kalmak, kısa vadeli kazançlardan vazgeçip uzun vadeli refahı hedeflemek demektir. Unutulmamalıdır ki, yönetiminde liyakatsizliğin hâkim olduğu, çıkar ilişkilerinin ön planda tutulduğu bir toplumun geleceği belirsizlik ve kaosa sürüklenir.
Liyakat, sadece bir yönetim ilkesi değil, aynı zamanda bir medeniyet vizyonudur. Toplumlar, bu vizyona ne kadar sahip çıkarsa, başarı ve refah da o kadar kaçınılmaz hale gelir. Türkiye’nin de bu anlayışı benimseyerek geleceğini inşa etmesi, hem bireyler hem de toplum için aydınlık bir yarın sunacaktır.
8 Haziran 2017
Halil Baki Çelen