Bazen düşünmeden edemiyorum; bu ülkede neden insanlar, okuyanı, yazanı, fikir üreteni, toplum için çalışanı, akıl ve bilgiyle hareket edenleri sevmiyor? Neden içten bir saygı yerine sessiz bir öfke, küçümseme ya da uzak durma haliyle yaklaşılıyor?
Bu, sadece kişisel bir gözlem değil, maalesef hepimizin içinde yaşadığı bir gerçek. Aklı ve vicdanıyla hareket eden, topluma doğal önderlik eden insanlar sevilmiyor. Aydın sevilmiyor. Çünkü biz, ne yazık ki birbirimize güvenmek, destek olmak yerine sürekli bir düşman arıyoruz.
Komşuluk: Samimiyet mi, Tehdit mi?
Bir düşünün, komşuluk bile ne kadar riskli hale geldi. İnsanlar birbirini sevmekten korkar olmuş. Kahve içerken yapılan iki çift laf, bir anda başka birinin dedikodusuna dönüşüveriyor. Orada olmayanı çekiştirmek, hatalarını arayıp açığını bulmak, sonra da bu hatalardan bir malzeme yaratmak adeta bir alışkanlık olmuş. Gerçekten seviyor muyuz birbirimizi? Yoksa seviyor gibi mi yapıyoruz?
Bu hal, sadece günlük ilişkilerde değil, toplumsal düzeyde de kendini gösteriyor. Aydınlık, ışık, umut ve hayal kurmak gibi güzel şeyler varken, neden karanlık taraflara yöneliyoruz? Neden başkalarının eksiklerini aramakla, kusurlarını dillendirmekle bu kadar ilgileniyoruz?
Kendi Gelişimimize Zaman Ayırmak
Belki de burada sorulması gereken en temel soru şu: Kendimize ne kadar zaman ayırıyoruz? Eğer herkes biraz daha kendi gelişimi için uğraşsaydı, başkalarının hayatlarına zarar vermeye vakti kalır mıydı? Hayır, kalmazdı. İnsan, kendini geliştirerek hem kendi hayatını güzelleştirir hem de başkalarının hayatlarına katkı sağlar.
Ama biz, fikirlerini beğenmediğimiz insanları dışlamayı, hatta kimi zaman fiziksel ya da duygusal şiddet uygulamayı seçiyoruz. Bu sadece bireysel düzeyde değil, tarih boyunca toplum olarak da yaptığımız bir şey.
Tarihimizin Acı Yüzü: Sabahattin Ali ve Diğerleri
Sabahattin Ali… Düşünün ki, bu topraklardan geçen en değerli yazarlardan biri, fikirlerinden dolayı katledildi. Ama acı olan, onun öldürülmesinden bile daha derin bir şey var: Unutulması. Öyle bir unutturuluyor ki sanki hiç yaşamamış gibi, sanki hiç o güzel fikirleri dile getirmemiş gibi…
Bu unutma hali sadece Sabahattin Ali ile sınırlı değil. Kendi tarihimizden, değerlerimizden korkuyoruz. Gerçekleri saklamak, susturmak, geçmişimizi bir kara delik gibi yutmak bize daha kolay geliyor. Ama bu, en çok da insanı insan yapan vicdanımızı ve umutlarımızı öldürüyor.
Yalnızlık ve İnsan Olmanın Ağırlığı
En çok da bu yalnızlık hissi ağır geliyor. İnsanlar birbirini yalnız bırakıyor. Birbirini konuşuyor, kötüleyip kenara atıyor, sonra da yoluna devam ediyor. Bu, insanca değil. İnsanın özüne aykırı bir davranış.
Belki de en çok buna dur demeliyiz. İnsan olmanın gerektirdiği duyarlılığı, birbirimize karşı empati kurmayı, saygıyı ve sevgiyi hatırlamalıyız.
Son Söz
Birbirimizi sevmek bu kadar zor olmamalı. Birbirimize güvenmek, destek olmak, ışığımızı büyütmek için çalışmak… Bunlar, bizim unuttuğumuz ama yeniden hatırlamamız gereken şeyler.
Haydi, kendimize dönelim. İçimizdeki aydınlığı keşfedelim ve başkalarını da bu ışıkla ısıtalım. Çünkü insan, ancak başka insanlarla birlikte insan olabilir.
Halil Baki Çelen
Migration Lawyer