"Enter"a basıp içeriğe geçin

Abartılar ve Gerçekler Arasında: Türkiye

Biz, yoğun Türk propagandasıyla yetiştirilmiş bir kuşağız. Bu propaganda dünyadaki her iyi şeyi bize, kötülüğü de yabancılara mâl etme ilkesine dayanıyordu. Batı bile Türklere baktıkça kıskançlığından çat diye çatlıyordu. Dünyanın en güçlü insanları Türk’tü. Koca Yusuf, Kurtdereli, Çoban Mehmet hikâyeleri ve tefrikaları göğsümüzü kabartırdı.

Doğruluk,dürüstlük derseniz, onda da üstümüze yoktu.Kanuni’nin orduları sefere giderken ağaçlardan kopardıkları meyvelerin yerine para keseleri bağlardı. 

Hele bilimde, zekada, kültürde kimse elimize su dökemezdi. Temizliği biz öğretmiştik gâvurlara. Onlar Versailles bahçeliklerine lazımlıklar boşaltırken biz mis gibi hamamlarımızda yıkanırdık. 

Diplomatlarımız çok hazırcevaptı. Osmanlı zamanından beri yabancı heyetle karşılaşmış da onu mat etmemiş vezirimiz, paşamız, hariciyemiz yoktu. Böyle görüşmelerin sonunda kafirler ya ihtida eder ya da hayranlık ve bağlılıklarını ilan ederdi. 

Bütün zaferleri biz kazanırdık. Arada bir talihsizliğe uğradığımızda da onlar bizim sakalımızı kesmiş olurdu. Kesilen sakal daha gür çıkardı. Oysa biz hep onların kolunu keserdik. 

Sümerler Türk’tü, Etiler Türk’tü. Babil, Asur ve bütün Mezopotamya Türkoğlu Türk’tü. Türkçe, dünya dillerinin atasıydı. Bütün diller Türkçeden türemişti.

İspat mı istiyorsunuz? Mesela Yaltırık… Elektrik denen kelimenin kökeni buydu. İsterik, hysteria’nın köküydü. Bütün müsteşrikler bilirdi bunu. 

Türkler Bering Boğazı’ndan Amerika’ya geçmişler ve orada dağlara, nehirlere isim koymaya başlamışlardı. Gördükleri bir nehre, “Amma uzun” demişlerdi; nehir “Amazon” oluvermişti. 

Bir şelaleye bakıp, “Taşları niye gara?” diye sormuşlardı ki, birden Niagara Şelalesi olarak patlayıvermişti.Kuzey Amerika eyaletlerinden Iowa bile “Ay ova” dan gelmiyor muydu? Böyle yetiştirilmiş bir kuşağın gerçeklerle karşılaşması acı oldu. 

Türkiye’nin dünyadaki yeri anlatılanlara hiç de benzemiyordu. İtibar sıralamasında sonuncu ülkeler arasındaydık, insanlarımız eğitimsizdi, az gelişmişti, kirliydi, kendini zeki zanneden kurnazlar çoğunluktaydı. 

Avrupa ülkelerinde çoğunlukla bizimkilerin bindiği metroya “sarımsak treni” adını takıyordu Batılılar. “Tête de Turk” diye meşhur aşağılayıcı bir deyimleri vardır. 

Sporcularımız bütün uluslararası karşılaşmalarda yeniliyordu. Meyve ağacına para kesesi bağlayanların torunları bugün dünya yolsuzluk liginde birinciliğe oynuyorlardı. Dünya sanat ve bilim tarihinde adı geçen bir Türk’e rastlamak imkansız hale gelmişti. Üzerine hikâyeler dinlediğimiz padişahlarımızın bir kısmı sonsuz kan ve seks cinnetinte yaşamışlardı. 

Çok yoksulduk. Kişi başına düşen milli gelirimiz siyasîlerin ağzından çıkan gibi yüksek değil, açlık sınırının da altındaydı. Gerçekten de kâfirlerin kolunu kesmiştik ama bu arada Don Kişot’un yazarı Cervantes’in sol kolunu da kesme şerefini taşıyorduk. 

Bu şok, bizim kuşağı Türkiye’nin hiçbir erdemine inanmamaya götürdü. Küçükken babasına hayranlık duyan ve büyüdükçe zayıflıklarını göre göre küçümseyen çocuklar gibi Türkiye hiç gözüme giremiyordu. Var olan değerleri de görmezden geliyorduk. Türk usulü anlamına gelen Alla Turca‘yı alay yerine kullanıyorduk. “Türk malı”“Türk filmi”,“Türk işi” diyorduk. 

Sanıyorum ki şimdi, bu iki aşırılığı dengeleme dönemine geldik. Artık ne dünyalar hâkimi böbürlenmesi ne de yerlerde sürünen bir ülke aşağılaması…

Türkiye’yi TÜRKİYE olarak kavramanın tam zamanı…


14 Mayıs 2017
Halil Baki Çelen