"Enter"a basıp içeriğe geçin

Gireniz’e Küsen Çay: Dalaman

Bazen bir memleketi dinlemek istersiniz, ama o konuşmaz. Sadece suskun bir nehir gibi akar. Fakat o nehir suskun değildir; içinde gizlediği çığlıklarla sürükler sizi. İşte böyle bir zamanda, Gireniz Vadisi’nde, yaşlı bir söğüt ağacının gölgesinde oturan Hamit Dede’nin anlatacak çok şeyi vardı.

O gün, Gireniz’in üzerine bir sessizlik çökmüştü. Eskiden kuşların cıvıltılarıyla yankılanan yamaçlar, şimdilerde hüzünlü bir rüzgârın uğultusuna teslim olmuştu. Toroslar’ın heybetli silueti, Gireniz Vadisi’ni kucaklayan Bozdağlar’ın bir zamanlar karla kaplı zirvelerine selam dururdu. Ancak artık o beyaz örtü gitmiş, geriye sadece boz ve yorgun bir manzara kalmıştı. Dalaman Çayı, bir zamanlar berrak sularıyla köylünün can damarıydı. Çayın kenarında çocuklar kahkahalarla yüzme yarışı yapar, köylüler zıpkınlarıyla balık tutar, hatta bir tas su doldurup kana kana içerdi. Bir zamanlar tomrukların bile nakliye işinde kullanılan Dalaman Çayı o gün, farklı akıyordu—ya da belki hiç akmıyordu.

Hamit Dede, gözlerini çayın zayıf akıntısına dikti. Güz yaprakları gibi burulmuş elleriyle bastonuna yaslanırken, yanaklarındaki derin kırışıklıklar, zamanın ve yaşamın izlerini taşıyordu. Yanına yanaşan torunu küçük Mehmet, dedesinin yüzündeki hüznü fark etti ve merakla sordu:

“Dede, bugün biraz moralin bozuk gibi, neden hiç konuşmuyorsun benimle? Bu yaz tatilinde seninle zaman geçirmek için geldim ta İstanbul’lardan, yoksa benden sıkıldın mı?”

Hamit Dede derin bir nefes aldı, çayın kenarından bir avuç taş alıp yere bıraktı.

“Evlat, sen baldan tatlısın, benim derdim senle değil, Dalaman Çayı bize küstü.Derdim onla!”

13 yaşındaki Mehmet şaşkınlık içindeydi ve sordu:

“Nasıl yani dede? Çay küser mi insana?”

Hamit Dede devam etti:

“Biz ne zaman ki adaleti unuttuk, birbirimize sırtımızı döndük, işte o zaman çay da değişmeye başladı. Bir zamanlar suyu içilir, balığı avlanır, içinde yüzülürdü. Ama biz onu hoyratça kullandık. Kirlettik. Şimdi ne balık kaldı, ne de içine girmeye cesaret eden bir insan. Bak şu suya… bir zamanlar vadinin kalbiydi. Şimdi ise suyu bile çekildi, damarları kurudu.”

Mehmet, dedesinin bu sözlerini anlamaya çalışırken, bir taş alıp çayın yüzeyine attı. Taşın bıraktığı halkalar, çayın dingin yüzeyinde kayboldu. “Peki dede, çay tekrar temiz akar mı? Yine balıklar gelir mi?” diye sordu Mehmet.

Hamit Dede’nin yüzünde buruk bir tebessüm yayıldı, ama bu kez gözlerinde umudun ışığı belirdi. “Evlat,” dedi Mehmet’e dönerek, “Bir çayın temiz akması, sadece tabiatın işi değildir. İnsanlar birbiriyle kardeşçe yaşamayı öğrenmeden, birbirine destek olmadan, haksızlığa sessiz kalmadan bu çay da berrak akmaz. Biz birbirimize sırtımızı dönmüşken, bu topraklar bize küser. Ama eğer birbirimize güvenip omuz verirsek, adil olmayı başarabilirsek, haksızlıkları görmezden gelmek yerine mücadele edersek, işte o zaman bu çayın suları da berraklaşır. Çünkü bir çayın akışı, aslında insanların kalbinin aynasıdır.”

Mehmet, dedesinin sözlerini anlamaya çalışırken, hafif bir esinti vadinin sessizliğini doldurdu. Hamit Dede devam etti: “Herkesin bir parça suçlu olduğu yerde, kimse suçsuzum diyemez. Ama mesele suçlu aramak değil; mesele, birlikte yeniden başlamak. Eğer herkes elini taşın altına koyar, haksızlıklar karşısında dimdik durursa, Gireniz’deki her şey değişir. Çayımız tekrar temiz akar, toprağımız yeniden bereketlenir, insanlarımızın yüzü güler. Unutma Mehmet, bir memleket ancak insanları bir arada durduğunda, birbirine adaletle yaklaştığında ayağa kalkar.”

13 yaşındaki Mehmet, dedesinin her bir kelimesini aklına kazırken bir an sessizleşti. Küçük ellerini çayın bulanık suyuna daldırdı, sanki dedesinin anlattıklarını hissetmek istercesine. Çayın hafif akıntısı, onun parmakları arasında usulca süzülürken Mehmet, derin bir nefes aldı ve başını kaldırarak Hamit Dede’ye baktı.

“Peki, dede… Ben ne yapabilirim? Daha küçüğüm, ama ben de çayımız ve Gireniz için ne yapabilirim?” diye sordu, gözlerinde kararlılıkla parlayan bir ışıkla.

Hamit Dede, torununun bu sözleri karşısında bir an duraksadı. Sonra, yüzünde tatlı bir gülümsemeyle Mehmet’in başını okşadı.


“Sen küçüksün, evlat, ama kalbin büyük. Ve değişim, büyük kalplerle başlar. İlk olarak, tabiatı sev ve koru. Hiçbir zaman ona zarar verme. Çayın kenarında oynarken bir çöp görürsen, onu al ve sakla, ait olduğu yere bırak. İnsanlara da bunu öğret. Ve her şeyden önemlisi, haksızlık gördüğünde sesini çıkar. Kimse sustuğu için sen de susma. Bir tohum toprağa düştüğünde nasıl bir ağaca dönüşüyorsa, senin yaptığın küçük bir iyilik de bu vadiyi değiştirecek bir adım olabilir.”

Mehmet, dedesinin bu sözlerini duyunca başını salladı ve sanki o anda büyüdüğünü hissetti. İçinde bir şeyler yeşeriyordu; belki bir cesaret, belki de büyük bir sevda. Gözlerini yeniden çaya çevirdi, ve usulca mırıldandı:

“Bu çay tekrar berrak akacak, dede. Söz veriyorum.”

Hamit Dede, torununun bu içten sözü karşısında derin bir huzur hissetti. Çünkü Hamit dede, elindeki bayrağı torunu Mehmet’e devretmişti artık. Gözleri dolmuştu, ama bir damla yaş yanaklarından süzülmeden önce başını gökyüzüne kaldırdı. Huzur içinde göç etmeye hazırdı. Gökyüzü bulutlarla kaplıydı, ama aralarından süzülen gün ışığı, sanki Gireniz Vadisi’nin umut dolu geleceğine bir işaret gibiydi.

O sırada, vadinin diğer ucundan bir grup çocuk sesi duyuldu. Mehmet, seslerin geldiği yöne bakıp gülümsedi.

“Dede, arkadaşlarım çağırıyor. Çayın kenarında oynayacağız. Ama söz, hiçbir zaman çaya zarar vermeyeceğiz,”
dedi ve koşarak uzaklaştı.

Hamit Dede, torununu izlerken yüreğinde bir huzur hissetti. Çünkü artık biliyordu ki, vadinin geleceği o küçük ellerde şekillenecekti. Mehmet ve onun gibi çocuklar, belki de Gireniz Vadisi’nin kaderini değiştirecek yeni bir başlangıcın habercisiydi.

Vadinin rüzgârı bir kez daha hışırdadı. Hamit Dede, bastonuna dayanarak yavaşça ayağa kalktı. Bir kez daha nehre baktı ve hafifçe gülümsedi.

“Sen de umudunu yitirme, Dalaman, ve bize hiç küsme, Çünkü biz hâlâ buradayız,” diye fısıldadı ve ağır adımlarla söğüt ağacının gölgesinden uzaklaşmaya başladı.

O gün Gireniz Vadisi’nin sessizliği, bir kez daha umut dolu bir hikâyeyle yankılanıyordu. Ve Hamit Dede’nin söylediği gibi, bir memleketin kaderi, aslında insanlarının kalplerinde gizliydi.

Halil Baki Çelen
27.01.2025